Hayatım boyunca yazdan nefret ettim. Çocukken bunu kimse ciddiye almıyordu. Herkes, çocuk olmanın verdiği sınırsız can sıkıntısını ve her günümün zaten tatil gibi geçmesini bu akıl almaz nefretime neden olarak sundu. Zaman geçtikçe ben de ilişkimiz düzelir sandım ama sadece daha kötüye gitti.
Kimsenin bana zamanımla ne yapacağımı söylememesinden nefret ederim. Elbette birkaç günlük tatiller ya da lisedeyken okul çıkışı arkadaşlarla ıslak hamburger yediğim zamanlardan bahsetmiyorum. Bunlar, verilen tüm sorumlulukları tamamladığımda kendime verebildiğim küçük ödüller. Oysa zamanını değerlendirme sorumluluğu, diğer tüm streslerden daha ağır geliyor bana.
Eğlenmediğim her saniye, tatilimi boşa geçirdiğim için rahatsızlık hissediyorum. Dayanamadığım bir endişeyle doluyorum. Ya kasım ayında işlerden bunalmışken bu zamanları düşünerek kendime lanet okursam diye düşünmekten hiç zevk alamıyorum. Bu denli basit bir konuda böylesine başarısız olmak, her konuda hırslanan bünyeme zarar veriyor.
Kendimi geliştiremediğim her saniye de aynı şekilde. Okunacak bir sürü kitap, gidilecek bir sürü kurs, başlayabileceğim bir sürü proje var kafamda. Hangisini yapacağımı, nereden başlayacağımı kimse bana söylemiyor. Birine başlayacakken, diğerlerine başlamadığım için yine kendimi kötü ve sorumsuz hissediyorum. İşin sonunda, üniversite sınavına hazırlandığım yaz dışında kendimi hiçbir yaz geliştiremedim. Ne güzel bir yazdı o, o kadar çok çalışıyordum ki yanlış bir şey yapma kaygısını hiç duymuyordum.
Denize girmekten nefret ederim. Ortaokul yıllarından beri bedenimle barışık olduğum tek bir yaz olmadı. Çok kilo aldım, çok kilo verdim. Sivilcelerimden yakındığım da oldu selülitten de. Yazın herkes, bikini giyerek denize girmek, sonrasında sahilde dondurma yemek zorundadır. Bir elimde dondurma, bir elimde göbeğimi kapatsın diye tuttuğum havluyla az savaş vermedim.
Dondurma yemekten nefret etmem.O, yazın bize hediye ettiği nadir güzelliklerdendir. Kahvenin, çayın, çorbanın rahatsızlık vermesinden nefret ederim ama… Bir kış günü pijamalarımla üzerine peynir rendelenmiş domates çorbasının, yazın bunaltıcı sıcağına yenilmesi beni hep çok üzmüştür. Ağır yemekler yenmez yazın. Annem yazlıkta hep makarna salatası yanına yoğurtlu semizotu yapardı. Bir domates çorbası olmasa da bu menüden hoşlanırım. Çocukluğumdan beri değişmeyen nadir şeylerden biri. On beş yaşından sonra gizemli bir şekilde çalışmaya başlayan zaman hızlandırıcıya dayanabilen şeyler hoşuma gider.
Bütün bunları düşünmediğim sadece bir yaz oldu sanırım. Hayatımın aşkıyla lisenin sıcak bir yaz günü tanıştım. Eğlenemiyorum diye strese girmedim. Kendimi geliştirme çabam olmadı. Hatta şort giydiğimde iyice pörtleyen kalın bacaklarıma bir kez bile bakmadım. Ona daha yakın olmak için her sabah kalkıp denize inerdim. Birlikte yiyor olmak yeterliydi, domates çorbası olmamasını umursadığımı hiç hatırlamıyorum. Günlerin geçmek bilmediği yaz tatili, sabah ve akşamı birbirine karıştırdığım ve zaman kavramının yok olduğu bir ütopyaydı. Belki de bu yüzden, o yazdan sonraki yazlar daha bir çekilmiyor, anlamsız geliyor.
Sevdiklerimi kaybetmekten nefret ederim. 2017 yazıydı. Evde tek başıma televizyon izliyordum. Birden kapı çaldı, anneannem dönmüştü ama bir sorun vardı. Nefes nefese su istiyordu. Mutfağa gittim, geri geldim. Her zaman düşünürüm o suyu beş saniye daha hızlı getirebilseydim her şey daha mı farklı olurdu? O yaz, içinde bulunduğu on yılın en sıcak yazıymış. Ben ise daha soğuk bir kış günü hatırlamıyorum.
The day I died was the last day I was free, and I had no idea. As a fanatic atheist, I was absolutely sure that the life I used to live was my final one.
Git demişsin başımdan, gitmeyeceğim
Ben bir çiçeksem gök gürültüsünden korkacak
Bu satırları, rahatsız edici hiçbir çıtırtının duyulmadığı, huzur dolu bir gecede yazıyorum.
I woke up early today
Gotta get up and start the day