cennetin berrak denizi uzanıyor karşımda
masmavi dalgaların sesleri kulaklarımda çınlıyor
ayırıyor ufuk çizgisi gökyüzüyle parlak denizi
karaburun’un hiddetli dalgalarının hükmü altında
güneş tenimde, rüzgar saçlarımı dağıtırken
düşünüyorum kendi kendime acaba deniz
ağlıyor mudur ayrıldığı için gökyüzünden
yoksa gerçekten memnun mudur halinden
kim bilir, belki deniz yoktu bir zamanlar,
gökyüzü de aşık olmuştu doğaya, ormanlara, ağaçlara
doğa reddetmişti onu sertçe
gökyüzü de yaratmıştı denizi gözyaşlarından böylece
***
atlamak istiyorum elbisem sağa sola uçuşurken
kavuşmak istiyorum önümdeki engin kayalıklara
düşmek istiyorum denize, ve düşüyorum birdenbire
kayboluyorum, saatlerce, belki de günlerce
bulduğumda kendimi denizde, ayılıyorum birden
üşüyorum, dalgalar bedenimi ele geçirirken
akıntı çekiyor beni deniz tanrısının nüfuzuna
sonra itiyor okyanusa, bir ileri bir geri giderken
bir anda boşluğa düşüyorum, ağlıyorum
nefessiz kalıyor, hasret çekiyor, istiyorum ki
bitsin bu acı diye yalvarıyorum
bilmeden neyi, kimi beklediğimi, özlüyorum
uzaklarda bir denizkızı yol gösteriyor bana
hatırlatıyor uygarlığı ve onun sonsuz acılarını
“dön,” diyor, “git diğerlerinin yanına.”
ama kaçıyorum onlardan, kalıyorum bir başıma
***
çıkıyorum berrak denizden, oturuyorum sahildeki banka
hatırlıyorum çok eskiden birinin oturduğunu yanımda
bekliyorum onu, arıyor, belki de bir şey yapmıyorum
sadece sığınıyorum ağaçların beni herkesten korumasına
images, images, images
all around me are images
sonbahar rüzgarı alır götürür gözyaşını
bastığı yeri görmeden atar her bir adımını
"L’Histoire de Tite-Live, où l’on raconte celle de Lucrèce, la montre pour la première fois en train de travailler la laine avec ses servantes."
Sevebilmek isterdim seni;
Saçlarımı öyle okşamasan da,