The Chaos Art

Kayıp

Ayda Duru Demirtaş

sonbahar rüzgarı alır götürür gözyaşını

bastığı yeri görmeden atar her bir adımını

bilmeden nereye gittiğini, yürür sonsuzluğa

yedikule surları gibi yükselir etrafında doğa

kararmış yapraklar düşer ağaçlardan

hatırlamaz bir saniyeyi bile önceki akşamdan

yürür boş sokaklarda; kimsesiz, yalnız, yapayalnız

sürdürür yaşamını sanırken ötekiler onu adsız

canlı olan her şeyi sarar melankolinin acımasız sisi

anımsar aklının köşesine saklanmış o güzel günleri

karıştırır kafasını istanbul’un kadim labirentleri

evlerin iç ısıtan ışıklarına bakarken hatırlar şiiri

sağında gecekondu, solunda sıralanmış konaklar

zengin fakir istanbul’un sokaklarında kaynaşmışlar

kimse geçmez bu saatte sokak kedisinden başka

ne yapabilir ki? yokluktan arkadaş olur onlarla

kim ister ki zaten onu kediler dışında

tek sağ koludur hayvanlar ve doğa

ve durmadan bekler birinin onu sevmesini

aynaya bakmazken sevdiği kadar kendini

bir araba durur, biri iner birkaç metre ötede

alışkın değildir bu saate başkaları tarafından görülmeye

yabancının karşısında durur tüm çıplaklığına rağmen gecenin

saklayamadan acılarını o riyakar sonbahar yellerinin

kaçar karanlık ara sokaklardan, ana caddeye ulaşır

caddenin dayanılmaz ışıkları gözlerini kamaştırır

huzursuz olur, dönmek ister tanıdık karanlığına

yapamaz bir şey, yolu buradan geçiyordur ya

yürür o yolu durmaksızın, salına salına

saklamayı bilmez acılarını boşu boşuna

bir rüzgar geçer aniden kalbini donduran

kim bilir, belki de donmuştur kalbi çoktan

yürür kilometrelerce sonu bitmez bu yolu

anlamaz asla neden hissettiğini suçlu

sonunda gelir evinin önüne

anahtarını çıkarıp girer içeriye

evi midir ki bu?

öyleyse neden bitmez içindeki

bu ebedi kaybolmuşluk hissi